1 Kasım 2009 Pazar

Damlalarla Raks


Bugün Mizah yazasım yok, ince iğneleyeci nüktelerle insanları kızdırmak gibi niyetim´de yok. Bugün mana yahut madde gibi algılarla konuşasım da yok.
Bugün yorgunluğumdan bahs etmek gibi bir niyetimde yok.
Bugün Insanlıktan, Mizahtan, Fıkradan, ağlamaktan, üzülmekten, davadan, islamdan, cinlerden, büyülerden, medyumculardan, şeyhlerden, şehirlerden, köylerden , şiirlerden de konuşasım yok.
Bugün sadece gökyüzünden düşen damlalar´la , yere düşünce toprak ile birleşen, Gökyüzünden yorgunca yeryüzüne kendini atan damlaların raksını konuşasım var.

Gökyüzünden bin yorgunluklar içinde yeryüzüne düşen damlalar, kim bilir kaç bin metre uzaklıktan kendilerini yere savuruyorlar, kim bilir yardan yareninden nice ayrılıyorlar. Her biri bir can misali, gökyüzünün cömert bulutlarından kendi canlarına kıyarcasına, atlıyorlar yeryüzüne. Her biri , ama her biri bir can misali.
Gökyüzüne bakınca, damlaları seyredince, onların raksına katılıp, kendim´de yeryüzüne atlayasım geliyor. Özgürce , kaç bin metrelik bir yoldan aşağıya doğru atlayıp , turap ile birleşmek için , toza toprağa karışıp , bir olmak için atlamak.
Bugün başka bir gün, bugün gözyaşım da ki damlalarla , gökyüzünde ki damlaların , yeryüzüne düştüklerin´de birleşip bir oldukları bir gün!

Aradık, yedi iklim dört köşede aradık. Aradığımız kendimiz imiş, çok sonra fark ettik bunu, bulduğumuz da ise içimizi bir acı kapladı. Acı bir kadeh gibi önümüze koyulan şarabın tadından mestü harab olduk. Serimiz hoş oldu, hoş olunca da , hem dünya bizi,hem biz dünyayı kovduk gitti.
Şaraba aşık olduğumuz günden beri, malı mülkü hancının hanesine taşıdık:
- Hancı al, hepsi senin olsun... Sen bize Şarap sun , şarap! Acı olsun, tatlı olsun ver şarabını içelim ... diye feryat ettik.

Hancı fıçılarla önümüze kırk bin çeşit şarabı getirdi, kimisi üzüm suyu, kimisi çok tesirli şarap, kimisi acı ve hüzünlü, yine kimisi gönülleri şad eyleyecek türden. Içiyoruz, acımı tatlımı bilmeden. Içip, gönlümüzün hoşluğunda ve hüzünlü gözyaşların da dönüp Hancıya isyan ediyoruz:
- Niye şarap içiriyorsun, kaldır artık kaldır ...diye hancıyı suçluyoruz.

Bugün içilen şarabı kusmak gibi derdimde yok, isyan edesim hele hiç yok. Bugün sadece var ile yokluğun arasında kaybolan benliğimi aramaya çıkan bir yolun derinliğinden anlatasım var, var ama ona´da gücüm yok.
Kuran okuduk, ayetlerin içinde kendimizi kaybettik. " aman ya rabbi bu ne muhteşem kitap" diyecektik ki, kapı içinde kapı açıldı. Bir önce ki bilgiye , Hz Ibrahim misali" Ben batanları sevmem" diye burun büktük. Olması gerekende bu idi, gördükçe daha çok çoştuk, çoştukça daha çok okuduk, okudukça acizliğimizden belimiz eğrildi ve nihayet toprak ile birleşmek için , dizlerimizin dermanı kesilerek alnımız turaba karıştı.

Gökyüzünden düşen damlalar gibi, gözümüzden birkaç damla yaş akıttık, yeryüzüne düşen damlalar, gökyüzünden düşen damlalarla birleşip ,semaya buhar olup çıkıp, gözlerimizden kayboldular. Birlik oldular, bulut oldular, milyonlarca gözyaşı ile karışarak bugün penceremin önüne gökyüzünden yorgunca, kendilerini yere attılar.
Böyle her yağmur yağdığın da, damlaların raksını seyreder , kendime derim ki:
- yine yanan bir gönülden bir damla düştü yeryüzüne, baska damlalarla karışıp gökyüzüne çıkmak için, hasret ateşi ile yanan bir damla...

Bugün damlaların raksı ile kendimi avutmak için , herşeyden uzak gökyüzünde ki damlaların yeryüzüne düşüşünü okuyacağım.
Kim bilir, belki bu damlaların biride , yarimin gözünden yeryüzüne düşen iki gözyaşıdır. Buhar olmuş , gökyüzüne çıkmış, benim damlalarım ile karışıp, penceremin camına , tüm aşkı ile atılıp, " ah, ah" feryadı ile birşeyler anlatıyordur.
Bugün , gökyüzünden akan damlalarla , raks edip kendimi yeryüzüne atacağım.
Tenim turap, kendim toz toprak olunca, belki o zaman bende parça parça gökyüzüne çıkar, damlalarla raks ederim...
Bugün anlatacağım hiç birşey yok, bugün başka bir gün.
Bugün ten canlı ama gönül ölüler meclisine dalmış olan bir gün.
Bugün.....neyse....


Mustafa Çelebi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder