29 Ekim 2009 Perşembe

Mutluluğu aramak!

Hiç bir insan yoktur ki mutluluğu aramasın, ama hiç kimsede doyurucu bir cevap veremiyor buna. Sorsan " Mutluluk nedir"? Öylece susar kalır. Sormamış ki hayatında kendine nedir diye mutluluk, başkalarından duyduğu doğrulara mutluluk demiş. Aşk içinde aynısı geçerli! Aşk nedir diye yüz kişiye sorsak, yüz ayrı cevap alırız. Ne zaman unuttuk biz aşkın tanımlamasını ? Mutluluğun tanımlamasını? Nasıl unuttuk?

Çocuk iken bir parça çikolata ile mutlu olurduk, ne kolaydı bizi mutlu etmek. Ne oldu da şimdi büyüyünce mutluluğu bulamaz olduk? Oysa şimdi daha çok aklımızı çalıştırıyoruz, daha çok bilgiye sahibiz. Yoksa aramasınımı unuttuk? Sorun kendinize bir " Mutluluk nedir sizin için". Para deseniz olmaz, çünkü nice zengin var mutsuzdur. Aşk deseniz , aşk mutlu etseydi , Mecnun ile Leylaya hayran olmazdık. Aile deseniz , aileyi kendimiz seçmedik.

Mutluluk nedir peki? Elimize almışız bir kitap , bir romandır yazıyoruz. Kimisi imlaları farklı koyuyor kimisi romanına bir isim arama çabasında, kimisi noktaları çok atıyor, kimisi virgüllere takılı kalıyor.
Yaz baba yaz, işin ne ! Koca bir ömür, elinde de kalem , önünde kitap, yaz işte! Ne çıkacak ileride okuruz artık.
Mutluluk kendi kitabını kendin yazmandır. Kimse ( aile dahil) bu konuda sana yardımcı olamaz, kendi hayatını kendin çizeceksin , bunun başka çaresi yoktur!
Tabi ki aile yardımı olacaktır, olmalıdır da. Arkadaşların da yardımcı olacaktır, o da gereklidir. Lakin aile yahut arkadaşların sana yardımcı olacağı yerde, kendi şartlanrmaları ile donandırıyorsa seni, daha doğrusu kendi doğru bildiklerini yüklüyorsa, bu mutlu edeceği yerde tam tersini yapar. Mutsuz olursun, çünkü kendi hayatını kendin çizmedin olursun . Kendi hayatını da kendi çizmeyen insan, başkalarının hayatını yaşar.
Mutluluğu başkaların yazdığı roman sayfaların da ararsan , real hayat da seni vurduğu gibi yere çakar! Yere çakılır kalırsın, ne olduğunu anlamadan. Üzerinden sanki dozer geçti sanarsın. Hayat ne dizilere, nede roman kitaplarında ki uydurmalara benzer. Başkalarının romanını okumayı bırakta kendi romanına bak sen!

Istesen de, istemesen de kendi roman kitabını satır satır yazıyorsun! Başkalarının romanların da sen bu mutluluğu ararsan, senin roman kitabın da şu satırı birgün, senin sayfana yazarsa, hiç şaşma:

" Başkalarının hayatını yaşamaktan, kendi hayatını unutup, mutluluğu onların aynasında arar oldu".

Sen kendi suretini komşunun aynasında ararsan, aynadan sana bakan senin suretin olmaz! Komşunun aynasında komşunun sureti vardır.
Farkına varmadan "ONLAR"ın şartları doğrultusun da , hayatları dogrultusun da, görmek istedikleri insan olursun! "BIZ" kendimiz değilde, "ONLAR" oluruz.
"ONLAR" ise yanlışları doğru diye yaşıyorsa , bizde onların yanlışlarını, doğru diye, yaşamaya mahkum oluruz!

Düşünün arkadaşınız ile oturuyorsunuz, ikinizin de gözlüğü var. Birinizin ki uzağı, diğerinizin ki yakını gösteriyor. Şimdi kalkıpta gözlükleri değişip " Yahu ver bakalim şunu, birde senin gözlerinle dünyayı göreyim" demek gülünç olur. Sen o gözlüğü takarsan hiç birşey göremezsin, dünya sana bulanık görünür. Peki bu kadar basit birşeyi bildiğimiz halde, ne diye başkalarının gözlüğünü takma çabasındayız?
Bana ne kardeşim senin gözlüğünden, sen kendi gözlüğünü kendin takı ver, seyir eyle dünyayı dilediğin gibi. Bende kendi gözlüğümle seyredeceğim. Benim gözlerim kırmızıyı mavi görmek istiyorsa ,bundan size ne! Evet bence güneş mavi renk! Güneşe mavi dememle onda bir değişiklikmi oluyor? Olmuyor tabi ki. O zaman ne diye güneşe mavi diyenlere gülüyoruz? Başkalarını bırakta kendi güneşlerine kendi bildikleri rengi versinler.

Güneşe gözünü dikte bak bakayım, nasıl da gözlerin kör oluyor. Işte mutluluğu kaybetmemiz de böyle oldu. Güneşe bakarak hayatı yaşamaya çalıştık, sonra hayatın acı gerçekleri (gece gibi) gelince , birde baktık ki kör olmuşuz çoktan!

Bir kör eline almış feneri " Yolumu açın , ben dikkatli yürümem gerekir "diye bağırmakta.
Ne gülünç değilmi ? Kör zaten kör , ha feneri yakmış, ha yakmamış. Bizde mutluluğu hep başkalarının tanımlamasın da arar olmuşuz.
Unutmayalım :
" Kırk ev öte de pişen ekmeğin kokusunu alırız, ama ekmeği tatmak onlara mahsustur!" Siz kendi ekmeğinizi kendi ocağınız da pişirmeye mecbursunuz!
Bunun gibi kendi mutluluğunuzu başkalarının tanımlamasın da ararsanız, o mutluluğun kokusunu alırsınız, ama tatmak sadece o mutluluğu yaşayan ailenin hakkı kalır!
Siz kendi ekmeğinizi kendi ocağınızda pişirmeye gayret edin.

Saygılarımla
Mustafa Çelebi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder